4 Eylül 2010 Cumartesi

Kan Transfüzyonu (Kan Nakli, Kan Aktarımı) Hakkında Detaylı Bilgi

Sponsorlu Bağlantılar:

Kan Transfüzyonu ( Kan nakli - kan aktarımı )

Kan transfüzyonu özel bir doku transplantasyonu olarak tanımlanabilir. Kan transfüzyonu 20. yüzyılın başında kan grubu antijenlerinin, tipleme yöntem­lerinin ve verici-alıcı karşılaştırma testlerinin keşfi ile tıptaki uygulama alanına girmiştir (1). Daha sonra uygun antikoa- gülanların, kanın fraksinasyonuna olanak sağlayan biyolojik olarak uygun plastik torba sisteminin ve hastalık geçişini ön­lemek için birçok mikrobiyolojik testin keşfiyle "kan kompo- nenti" tedavisi modern kavramları aşamalı olarak gelişmiştir. Kan ürünleri kandan hazırlanan tüm terapötik materyaller yani hem kan komponentleri hem de plazma fraksinasyon ürünlerini kapsarken, kan komponentleri ile eritrosit, löko- sit, trombosit konsantreleri, plazma ve kriyopresipitat an­laşılmaktadır. Başlıca transfüzyon endikasyonları arasında kan volümünü yerine koymak, eksik kan komponentlerinin yerine konması (eritrosit, trombosit, lökosit, pıhtılaşma fak­törleri, plazma proteinleri), kan değişimi ve vücut dışı dola­şım uygulanması, dokulara oksijen transportunu sağlamak, kanama ve koagülasyon bozukluklarını ve immunolojik ye­tersizlikleri düzeltmek sayılabilir. Transfüzyon kararı alırken hastada gerçekten transfüzyon ihtiyacı olup olmadığı, eğer bu ihtiyaç var ise gerek duyulan komponentin hangisi oldu­ğu, hastaya yaklaşık kaç ünite transfüzyon yapılması gerek­tiği ve verilecek kan veya kan ürününün hastaya yararı/zara­rının ne olduğu mutlaka gözden geçirilmelidir (2).
Sağlıklı bir donörden alınan bir ünite tam kandan, kan ban­kası koşullarında eritrosit, trombosit, lökosit süspansiyonla­rı, taze donmuş plazma ve kriyopresipitat elde edilmektedir. İmmünglobulin ve koagülasyon faktörleri ise geniş plazma havuzlarının bulunduğu koşullarda daha ileri teknoloji ile elde edilmektedir.
Kan komponentlerinin klinik uygulamasında en önemli konu transfüzyonun gerçekten gerekli olup olmadığına ka­rar verilmesidir. Bir hastaya kan komponenti verilmesi trans­füzyonun yan etkileri düşünüldüğünde yarar-zarar oranı göz önüne alınarak yarar yönünün ağır bastığı durum veya durumlarda yapılmalıdır (3).
Kan torbasına alınan kanın pıhtılaşmaması ve hücrelerin canlılığını sürdürebilmesi için antikoagülan ve koruyucu solüsyonlar kullanılır. Bu solüsyonlarla bir ünite tam kan veya eritrosit süspansiyonu 1-6 °C'de 21-35 gün saklan­maktadır. Bu maddeler arasında dekstroz, adenin, sitrat ve sodyum bifosfat bulunmaktadır. Dekstroz ve adenin; ATP sentezlenmesini sağlayarak eritrositlerin enerji gereksini­mini karşılar. Sitrat ise kan içinde bulunan kalsiyum iyo­nu ile etkileşerek pıhtılaşmayı engellemektedir. Kan ACD (Adenin-sitrat-dekstroz) ve CPD (Sitrat-fosfat-dekstroz) ile 21 gün, CPDA-1 (Sitrat- fosfat-dekstroz-adenin) ile 35 gün saklanmaktadır. Saklama süresini uzatan denemeler sonu­cunda bazı additif (ilave) koruyucu solüsyonlarla saklanma süresi 42 güne kadar çıkmıştır. SAG-M (saline, adenin, gli­koz, mannitol) bu amaçla kullanılan ve Türkiye'de de bulu­nan solüsyonlardan biridir. Bu solüsyon dışında SAG-M'den 2 kat fazla dextroz içeren ADSOL (AS-1), fosfat içeriği daha fazla olan NUTRİCEL (AS-3) ve adenin içeriği daha fazla olan OPTİSOL (AS- 5) ile de saklanma süresi 42 gündür (4).


Tam kan: Donörden alındıktan sonra işlem görmeksizin kullanılan kandır. Ortalama hacmi 450 mL (± %10)'dir. Tam kanın içeriği başlıca eritrosit, trombosit, plazma ve pıhtı­laşma faktörlerinden meydana gelmektedir. Bir ünite tam kanda yaklaşık 200 mL eritrosit, 250 mL plazma ve 63 mL antikoagülan (CPD/CPDA) bulunmaktadır. Saklanma süresi kullanılan antikoagülan ve koruyucu solüsyonun özelliğine göre 21-42 gün arasında olup, 1-6 °C arasında kan banka­sında bulunan kan dolaplarında saklanır. Tam kan içeriğin­de bulunan trombositler+1-6 °C'de 2 günde fonksiyonlarını kaybederler. Özellikle FV ve FVIII etkilerini hızla kaybeder. Bunlardan Faktör V beşinci günde %80, 14. günde ise %50 aktifken, faktör VIII düzeyleri 1-2 gün içinde normalin %50 sine, 5 gün sonra normalin %30'una iner. Faktör XI düzeyi ise 7. günde normalin ancak % 20'si kadardır.
Ortalama hematokrit %36-40 kabul edildiğinde 1 Ü tam kan transfüzyonu hematokriti % 3, hemoglobini 1 g/dL arttırır (1). Günümüzde tam kan nadiren kullanılmaktadır. Başlı­ca endikasyonları arasında pediatrik hastalarda exchange amaçlı olarak, açık kalp cerrahi operasyonları ve total kan volümünün %30 üzeri kaybı ile karakterize aşırı miktarda kan kayıplarında yerine koyma amaçlı olarak kullanılması sayılabilir.
24 saatten daha kısa süre beklemiş tam kana "Taze Tam Kan" denir. Vericiden alınan tam kanın saklama dolabına girme­den 6-8 saat içinde (24 saat içinde) hastaya verilmesidir. Has­tanın eş zamanlı olarak O2 taşıma kapasitesinin arttırılması, volüm açığının kapatılması ve hemostazın sağlanması ama­cıyla donörden alınan kan bu amaçla dolaba girmeden 6-8 saat içinde kullanılabilir. Bununla birlikte, günümüz modern transfüzyon tıbbında pediatrik hastaların açık kalp cerrahi operasyonları dışında taze tam kan kullanım endikasyonu yoktur. Volüm yüklenmesi, trombosit ve lökosit antijenle­rine karşı alloimmünizasyon, plazma içeriğine bağlı olarak allerjik reaksiyon görülme sıklığının artması tam kan trans- füzyonunun başlıca dezavantajları arasında sayılmaktadır.
Eritrosit süspansiyonu: Tam kanın trombositten zengin plazma kısmının ayrıştırılması (200-250 ml) ile elde edilir. Bu işlem için tam kan torbasına bağlı ikinci bir torba daha bulunmalıdır. Bir santrifüj ve ekstraktör yardımıyla ilk torba­da sadece eritrosit süspansiyonu, ikinci torbada plazma ka­lır. Farklı antikoagülan solüsyonlarla karıştırılarak 1-6 °C'de alarmlı, ısı kontrollü, onaylı bir kan merkezi dolabında sak­lanmalıdır. SAG-M, adsol, nütricel ve optisol gibi koruyucu solüsyonlu eritrosit suspansiyonlarının hematokriti %55-60, saklama süreleri 42 gündür. CPDA-1'de muhafaza edilen­lerin ise hematokritleri %70-80 olup 35 gün saklanabilir. CPD'de saklananların hematokritleri CPDA-1'de saklananla­ra benzer ama raf ömürleri 21 gündür. Kanaması olmayan bir erişkinde bir ünite eritrosit süspansiyonu hematokriti %3, hemoglobini 1g/dL arttırır. Bir ünite eritrosit süspansi­yonunda yaklaşık 200 mL eritrosit, 20-30 mL plazma, 1x109 lökosit, 45 gr hemoglobin, 200 mg demir ve 63-100 mL an- tikoagülan/koruyucu solüsyon bulunmaktadır. Eritrosit sus­pansiyonlarının genel özellikleri Tablo 1'de özetlenmiştir.
Eritrosit süspansiyonları sadece oksijen taşıma kapasitesinde ve eritrosit kitlesinde artışa gereksinimi olan normovolemik hastalarda anemi tedavisi için endikedir. Böbrek yetmezliği veya malignite nedeniyle oluşan kronik anemili hastalar bu grubu oluşturur. Her hastanın transfüzyon gereksinimi daha önceden belirlenmiş hemoglobin ve hematokrit değerine göre değil, hastanın klinik durumuna göre belirlenmelidir. 

Tablo 1. Eritrosit süspansiyonu özellikleri
Tanım:
-      100 mL normal salin, adenin, glukoz, mannitol (SAG-M) veya eşdeğer ek solüsyonlar eklenmiş minimal plazma içeren yaklaşık 200 mL eritrosit
Hacim:
-         Koruyucu solüsyonlarla ~ 300-350 mL İçerik:
-     RBC: ~200 mL
-     Plazma: ~20-30 mL (50-90 mL)
-     WBC: —109
-     Hb: —15 gr/100 mL (1 ünitede — 45 gr)
-     Htc: — %50-70
-     Antikoagülan/koruyucu sol (ACD,CPD, CPDA/SAG-M, AS- 1=adsol, AS-3= nutricel, AS-5= opticel): 63-100 mL
-         Demir: 200 mg/U İnfeksiyon riski:
-     Sterilize edilmediğinden plazma ya da hücrelerde bulunabilecek HIV 1/2, Hepatit B, Hepatit C, diğer hepatit virüsleri, sifiliz, malarya ve Chagas hastalığını tarayan rutin testlerle ile saptanamayan herhangi bir ajanın bulaşı mümkündür.
Saklama:
-      +2/+6 °C arasında, alarmlı, ısı kontrollü, onaylı bir kan merkezi dolabında saklanmalı.
-     Saklama süresi 21-42 gün arasında değişir:
    CPD/ACD: 21 gün
    CPDA-1: 35 gün
    SAG-M, ADSOL, NUTRİCEL , OPTİSOL: 42 gün
    Uygulama:
-     ABO ve Rh uygun olmalı
-     Transfüzyon öncesi CM testi yapılmalı
-     Buzdolabından çıkarıldıktan sonra 30 dk içerisinde transfüzyona başlanmalı
-     Kan torbasına asla herhangi bir tıbbi ilaç eklenmemeli
-     Transfüzyon 4 saat içinde bitirilmeli
Eritrosit süspansiyonları, kalp yetmezliği olan anemili hasta­ların aşırı volüm artışını tolere edememeleri nedeni ile tam kandan daha avantajlıdır. Acil durumlarda ABO grubu henüz tespit edilmemiş hastalara O grubu Rh (-) eritrosit süspansi­yonları verilebilir. İzohemaglutininleri içeren plazmanın ay- rıştırılmasından sonra sadece eritrositlerin verilmesiyle alıcı eritrositlerinin muhtemel hemolizi de önlenmiş olur.
CPD ve CPDA-1 eritrosit süspansiyonlarının hematokritle- rinin daha yüksek olması viskoziteyi artırarak transfüzyon hızını yavaşlatabilir. Viskoziteyi azaltmak için CPD ve CPDA- 1 eritrosit süspansiyonları 50-100 ml %0.9'luk NaCl ile dilüe edilebilir, fakat hipervolemi riskine karşı uyanık olmak gere­kir. Ek solüsyonlu eritrosit süspansiyonlarının hematokritle­ri daha düşük olduğundan infüzyon hızları daha yüksektir. Dolaşım yüklenmesi riski olan hastalarda ve pediatrik has­talarda ürün santrifüje edilip konsantre edilerek içerisindeki 100 ml'lik ek solüsyon çıkarılabilir (5).
Eritrosit süspansiyonunun taze, yıkanmış, lökositten fakir, ışınlanmış ve dondurulmuş olmak üzere çeşitli türleri bulunmaktadır (Tablo 2). Eritrosit transfüzyonuna ve ürün çeşitle­rine karar verirken; 1) Mevcut hastalık, 2) Hastanın mevcut klinik durumu, 3) Hastanın mevcut laboratuar verileri, 4) Eşlik eden diğer klinik durumlar ve 5) Planlanan tedavilerin bilinmesi gereklidir.

Tablo 3. Lökosit azaltılması istenen durumlar
Kök hücre alıcıları: Kemik iliği veya periferik kan 
Akut lösemiler 
Kronik lösemiler 
Aplastik anemi
Konjenital trombosit fonksiyon bozuklukları 
Konjenital immün yetmezlik sendromları
Kök hücre nakli yapılmasının söz konusu olabileceği hematolojik malignite, solid tümör ciddi aplastik anemi, hemoglobinopati hastaları
1.  Taze eritrosit süspansiyonları: Başlıca endikasyonu orak hücreli anemi ve talasemi gibi hastalıklarda eritrosit değişimi uygulamasıdır. Yeterli O2 taşıma kapasitesini sağ­lamak ve iki eritrosit değişimi arasındaki süreyi mümkün olduğunca açmak için taze eritrosit süspansiyonu (< 7 gün) kullanılmalıdır.
2.  Lökositi azaltılmış eritrosit süspansiyonları: Eritrosit
süspansiyonları içerisinde bulunan lökositlere bağlı olarak febril komplikasyonlar, alloimmünizasyon, akciğer hasarı (TRALI) ve sitomegalovirus infeksiyonu geçişi gibi kompli­kasyonlar gelişebilir. Bu amaçla lökosit sayısının ürün içe­risinde azaltılması için değişik yöntemler kullanılmaktadır. Amerikan kan bankaları derneği standartlarına göre <5 x 106 lökosit sayısı olmalı ve eritrositlerin %85'i korunmalıdır (Avrupa Birliği standartlarına göre ise <1 x 106 lökosit sayısı olmalıdır) (6). Son yıllarda kan bankalarında kullanılan SAG-M içeren kan torbalarında ayırım optik ekstraktörler aracılı­ğıyla yapıldığından lökosit ve trombositten arındırma daha iyi olmaktadır. Eritrosit suspansiyonu içerisindeki lökosit sayısının azaltılmasının gerekli olduğu durumlar Tablo 3'de özetlenmiştir.

Lökositten fakir ürünler kanın toplanmasından hemen son­ra ünitenin kan merkezinde filtre edilmesiyle de elde edi­lebilir (depolama öncesi filtrasyon). Bu yöntem transfüzyon sırasında yapılan filtrasyondan daha fazla avantaj sağlar ve daha etkilidir. Lökosit sayısını genellikle ünite başına 106'nın altına indirir. Raf ömrü değişmez ve devamlı hazır lökositten fakir ürün bulunmasını sağlar. Transfüzyon sırasında lökosit filtreleri kullanımı kanın filtrelerden yavaş akımı nedeniyle cerrahi olgularda uygun olmayabilir. Önceden filtre edil­miş kan ürünleri torbalarında sitokin oluşumu daha düşük düzeylerdedir (7). Ciddi ve tekrarlayan febril nonhemolitik reaksiyonu olan hastalar lökositten fakir kan ürünleri alma­lıdırlar. Transfüzyon sırasında kullanılan üçüncü jenerasyon filtreler çoğu hastada alloimmünizasyon nedeniyle oluşan febril nonhemolitik reaksiyonları önlemede etkilidir. Buna rağmen reaksiyonlar devam ediyorsa önceden filtre edilmiş ürünlerin kullanılması yararlı olabilir.
Filtre edilmiş ürünlerin kullanımı lökosit antijenlerine karşı primer alloimmünizasyon gelişimi olasılığını azaltır. Alloimmünize olma olasılığı yüksek olan hastalar (örneğin uzun süreli ve sık transfüzyon gereksinimi olanlar) profilaktik olarak lökositten fakir kan ürünü kulanımına adaydırlar. Al- loimmünizasyonu önlemek amacıyla profilaktik olarak löko­sitten fakir kan ürünü kullanma kararı ilk kan transfüzyonu yapılmadan önce verilmelidir. Hamile kalmış bayanlarda lökositten fakir kan ürünlerinin profilaktik amaçla kullanımı daha az etkili olabilir (2). İmmün sistemi baskılanmış (örne­ğin kök hücre transplantasyon alıcıları ve premature yenido- ğanlar) CMV seronegatif hastalarda transfüzyona sekonder ciddi CMV hastalığı gelişme riski daha yüksektir. Son yıllar­da yapılan klinik araştırmalarda üçüncü jenerasyon filtreler kullanılarak hazırlanan lökositten fakir kan ürünlerinin CMV enfeksiyonunun bulaşmasını önlemede CMV seronegatif donörlerden elde edilen ürünler kadar etkili olduğu göste­rilmiştir (Farklı lökosit filtrelerinin ve filtrasyon protokolleri­nin etkinliği farklı olduğundan CMV enfeksiyonunda etkisi kanıtlanmış filtre ve metodlar kullanılmalıdır).

Hücresel kan ürünlerinin transfüzyonu alıcının immün fonk­siyonlarında değişikliğe yol açar. 1970'lerden sonra bu özellik renal allograft süresini uzatmak amacıyla bir süre kulla­nılmış fakat etkili immünsupresiflerin piyasaya çıkmasıyla transfüzyon yapılmayanlardaki red olayı nın çok azalması nedeniyle transfüzyon uygulamanın cazibesi kalmamıştır. Bazı çalışmalarda lökositten fakir kan ürünü kullanımının cerrahi enfeksiyon insidansını azalttığı gösterilmiştir. Bu­nunla beraber bunun etki mekanizması henüz aydınlatıla- mamıştır ve bu nedenle bu hasta grubunda lökosit filtreleri­nin rutin kullanımı tartışmalıdır.

Seçilen lökosit azaltma yönteminin istenen amaca ulaşa­bilmesi önemlidir. Genelde, febril reaksiyonlar transfüzyon sırasında kullanılan filtrelerle önlenebilir, fakat amaç CMV bulaşmasını veya alloimmunizasyonu önlemek ise önceden filtre edilmiş (prestorage) ürünler kullanmak daha etkilidir (8). Lökositten fakirleştirilen eritrositlerin %10-15 kadarı filtreler yüzünden kaybedilir. Lökositten fakir eritrosit süs­pansiyonları transfüzyona bağlı graft versus host hastalığını (GVHH) önlemede endike değildir, çünkü filtre kullanımını takiben de GVHH gözlenmiştir. Bu nedenle transfüzyona bağlı GVHH'nı önlemek için ışınlanmış kan ürünü kullanıl­malıdır (9).
Üçüncü jenerasyon lökosit filtreleri kullanılmakta olan kan setlerinde standart kan filtrelerine gereksinim yoktur. Bu­nunla beraber, önceden filtre edilen ürünlerin transfüzyonu esnasında standart (170 ^m) kan filtreleri kullanılmalıdır.
3.  Yıkanmış eritrosit süspansiyonları: Eritrositlerin steril serum fizyolojik ile yıkanması sonucu plazma, trombosit ve lökositlerin önemli oranda uzaklaştırılması mümkündür. Serumla yıkama kan ünitesinin raf ömrü boyunca herhangi bir zamanda yapılabilir. Fakat yıkama açık bir sistemde ya­pıldığından, bakteriyel bulaş riskinden dolayı, oluşan ürün 1-6 °C'de sadece 24 saat muhafaza edilebilir. Bu işlemle lö­kositlerin %70-95'i uzaklaştırılmakta ancak %3-30 oranında da eritrosit kaybı olmaktadır. Yıkanmış eritrosit süspansi­yonu hazırlanmasının başlıca endikasyonları; IgA eksikliği ve anafilaksi/ciddi alerjik reaksiyondur. Ancak T-aktivasyon sendromu, paroksismal nokturnal hemoglobinüri ve neo- netal/intrauterin transfüzyonlarda da kullanılabileceği bil­dirilmektedir (6,10). Normal ünitelerden daha az eritrosit içerdiklerinden istenen hematokrit düzeyine ulaşmak için daha fazla üniteye gereksinim duyulabilir.
4. Işınlanmış eritrosit süspansiyonları: Transfüzyon ile verilen yabancı doku antijenlerini taşıyan lenfositler immünkompetan bir kişide HLA Class I-II antijenleri tarafından len­fositlere tanıtılır ve yok edilir. Eğer tanıtım işlemi yapılamaz ise, yabancı doku antijenlerini taşıyan lenfositler çoğalarak dokuları infiltre eder ve çoklu organ yetmezliklerine yol açarlar. Bu olaya "Graft Versus Host Hastalığı" denir. Ancak, uygun şekilde ışınlanmış kan ürünü kullanımı ile Transfüzyon ilişkili GVHH (TA-GVHH) önlenebilir bir tablo olarak ka­bul edilmektedir.
Işınlama için sıklıkla Cesium (Cs-137) veya kobalt (Co-60) kullanılır. En çok tercih edilen Cesium-137'dir. Yarılanma ömrü daha uzun olduğu için doz ayarlaması daha az sıklıkla gerekir. Ayrıca enerjisi daha yüksek olması nedeniyle sabit bir ışın dozuna ulaşılabilmesi için daha kısa süre gerekir. Işınlama ile lökositler inaktive edilmektedir. İrradyasyon hücrelerin DNA'larında kimyasal çapraz bağların oluşma­sına neden olur. Işınlama kan ürün torbasının ortasından geçecek hatta 2500 cGy dozunda olmalıdır. Bu doz DNA'nın hasar görmesine yetecek kadar ancak hücrenin daha az has­sas olan bölümlerinin normal çalışmasını engellemeyecek miktardadır. Hücrenin üreme fonksiyonu bozulmuşken di­ğer fonksiyonları etkilenmeden devam eder. TA-GVHH pato- genezinde donor lenfositlerinin proliferasyonu olduğu için bu şekilde TA-GVHH önlenebilir. İmmün yetmezlik, akut ve kronik lösemi, hodgkin hastalığı, yeni doğan hastalara ya­pılacak hücresel içerikli tüm kan ürünleri ışınlamalıdır. Tablo 4'de ışınlanma endikasyonları gösterilmiştir (9).

Tablo 4.
Işınlanmış kan ürünü kullanımı
Allogeneik kök hücre alıcıları
Hazırlama rejiminden-nakil sonrası 6 ay veya kronik GVHH yokluğunda lenfosit sayısı >1x109/L olana kadar
Allogeneik kök hücre vericileri
Otolog kök hücre nakli hastaları
Kök hücre toplanmasından 7 gün önce-nakil sonrası 3 aya kadar
HLA uygun vericilerden alınan kan ürünü 1. veya 2. derece akrabalardan alınan kan ürünü Hematolojik malignite (akut lösemiler, kronik lösemiler, MDS)
Hodgkin hastalığı
Tedavinin herhangi bir aşamasında
Pürin analogları ile tedavi edilen hastalar
Fludarabin vb tedavinin herhangi bir aşamasında
Konjenital immün yetmezlik hastaları
5. Dondurulmuş eritrosit süspansiyonları: Eritrosit süs­pansiyonuna dondurulma sırasında kristalleşmeyi engel­leyen gliserol eklenmesi ile elde edilir. Kan ürününün 6 günden daha fazla beklememiş olması gerekmektedir. Amaç nadir bulunan kan gruplarını gerektiği zaman kulla­nabilmektir. Ayrıca, elektif operasyonlar için alınmış kanları otolog transfüzyon amacıyla da uzun süreli saklama gerek­sinimi olabilir. Fazla miktarda eritrosit süspansiyonuna ge­reksinim duyulan afet durumlarında kullanılmak üzere stok- lamak amacıyla da hazırlanabilir. Plazmadan da arındırılmış olduğu için yıkanmış eritrosit süspansiyonları yerine kulla­nılabilir. Geçmişte lökositten fakir eritrosit kaynağı olarak da kullanılmışlardır. Çünkü, normal eritrosit süspansiyonlarında bulunan lökosit sayısının %10'undan daha az sayıda lökosit içerirler. Benzer şekilde, CMV negatif ürün kaynağı olarak da kullanılmışlardır.

Eritrosit süspansiyonunun geçimli olduğu sıvılar: Serum fizyolojik (%0.9 NaCl), ABO uyumlu plazma ve %5 albumin- dir. Bunlar dışında hiçbir sıvı veya ilaç kan torbası içerisine konulmamalı, kan seti ile aynı setten verilmemeli veya puşe edilmemelidir. Transfüzyonla birlikte uygunsuz sıvıların verilmesi ile (5% dekstroz, ringer laktat, intravenöz ilaçlar)


akut hemolitik reaksiyon gelişen olgu sunumları literatürde bildirilmiştir.
Ana koşul; eritrosit kitlesindeki azalmaya bağlı olarak oksi­jen taşıma kapasitesinde düşme ve bununla ilgili belirtile­rin oluşmasıdır. Bu belirtiler arasında; taşikardi, yorgunluk, takipne, serebral hipoksiye bağlı belirtiler, angina pektoris, kalp yetmezliği sayılabilir.
Cerrahi öncesi aneminin düzeltilmesi: Genel olarak Hb değeri 10g/dL veya üzeri olan hastalardan çok az bir kısmı transfüzyon ihtiyacı gösterir. Hb değeri 7g/dL veya altında olan hastaların çoğunda ise transfüzyon gereksinimi olur. Kan transfüzyonuna karar verirken Hb değerinin yanında; hastanın yaşı, eşlik eden diğer hastalıkları, aneminin süresi, peroperatif kan kaybı olasılığı, operasyonun türü ve süresi göz önünde bulundurulmalıdır.
Kronik anemiler: Eğer hastada oksijen taşıma kapasite­sinde düşmeye bağlı belirtiler yoksa ve Hb düzeyi hema- tinik ilaçlarla (demir, folik asit, vitamin B12 vs.) düzelebili- yorsa transfüzyon yapılmaz. Aplastik ve hipoplastik ane­mi, lösemi, MDS, konjenital hemolitik anemiler, talasemi, orak hücreli anemi, EPO tedavisine cevap vermeyen KBY anemisi, KT ve RT'ye bağlı anemilerde kan transfüzyonu yapılabilir.
Bazı özel klinik durumlarda eritrosit süspansiyonu transfüzyonları
Orak hücreli anemi: Kan transfüzyonu ve/veya eritrosit exchange tedavisi uygulanır. Her iki yöntem akut ve kronik olarak uygulanabilir. Hedef; HbS %30-50 arası ve Htc %30 civarı tutulmasıdır. Bu olgularda uygulanacak transfüzyon politikası önceden belirlenmelidir. Lokosit azaltılmış ve taze (<7 gün) eritrosit süspansiyonu tercih edilir. Kısmi fenotip match eritrosit süspansiyonu (Rh ve Kell) verilebilir. Ancak bu elde edilemiyorsa cross-match uygun eritrosit süspansi­yonu verilebilir (11).

Talasemi: WHO tarafından önerilen güncel tedavi; tanı ko­nulur konulmaz transfüzyona başlanmasıdır. Hb düzeyini ortalama 10-12 gr/dL civarında tutmaya yönelik hipertrans- füzyon tedavisi uygulanabilir. Her 3-5 haftada bir 1-3 ünite eritrosit süspansiyonu gerekli Hb düzeyini idame ettirmek için yeterlidir. Mümkün olduğu kadar genç eritrositler ve­rilmeli ve kan ürünü lokositten fakir olmalıdır. Febril ve al- lerjik reaksiyonları en aza indirmek için transfüzyon öncesi asetaminofen ve difenhidramin uygulanabilir. Dökümante edilmiş transfüzyon reaksiyonları olan hastalarda yıkanmış RBC süspansiyonu veya degliserolize RBC süspansiyonu kul­lanılabilir.
Trombosit transfüzyonlari: Tam kandan santrifüjleme yöntemiyle veya donörlerden aferez cihazları kullanılarak elde edilir. Tek random donör trombosit süspansiyonu tam kandan 6 saat içinde 2000 g hızında ve 3 dakika santrifüj edilerek elde edilmektedir. Hacmi yaklaşık 50-70 ml olup, yaklaşık 5,5x1010 trombosit içerir. Bunlar tek olarak kulla­nılabildiği gibi, kan bankasında 6 ünitesi havuzlanarakda kullanılabilir. Aferez trombosit süspansiyonu kan banka­sındaki aferez cihazları ile özel setleri sayesinde donör­lerden sadece trombosit ayrıştırılarak elde edilmektedir. Bir donörden aferez işlemi ile 3 x 1011 ve üzerinde trom­bosit içeren ürün toplanır. Bu sayı 5-6 ünite random do­nör trombosit süspansiyonunun içerdiği trombosit sayısı kadardır. Aferez trombosit süspansiyonu içinde yaklaşık 200 mL plazma bulunur. Aferez trombosit süspansiyonları lökositten son derece fakirdirler (<1 x106). Bir ünite aferez trombosit süspansiyonu 60-70 kg ağırlığında bir erişkin hastada trombosit sayısını ortalama olarak 30-50x109/L arttırır.
Aferez ve random trombosit süspansiyonları arasında al­loimmünizasyon sıklığı, uzun dönem trombosit desteği gereken hastalarda transfüzyon sıklığı ve etkinlik bakımın­dan anlamlı farklılık gösterilememiştir. HLA immünizasyo- nu nedeniyle gelişen trombosit refrakterliğinde HLA veya platelet cross-match uygun aferez trombosit süspansiyo­nu verilmelidir. Ayrıca yoğun trombosit transfüzyonuna gereksinim duyulan hasta gruplarında, fazla sayıda do- nöre maruziyeti önlemek, transfüzyon ile bulaşan hasta­lıklardan korumak için yaygın olarak HLA uygun olmayan aferez trombosit süspansiyonları kullanılmaktadır. Aferez trombosit süspansiyonlarının avantajları Tablo 5'te özet­lenmiştir (12).
Trombosit süspansiyonları oda sıcaklığında (22 ± 2°C) sak­lanmalı ve ajitatörde yatay olarak çalkalanmalıdır. Optimal şartlarda 5 güne kadar bekletilebilir. Daha uzun süreli sakla­ma bakteriyel proliferasyon ve septisemi riskini artırır. Trom­bosit süspansiyonu servislerde bekletilemez. Kullanımdan hemen önce istek yapılmalı ve yarım saat içinde takılmalı- dır. 5. günde % 20-24 oranında canlılığını kaybeder. FV ve FVIII'de orta derecede azalma olurken, diğer pıhtılaşma fak­törlerinin aktiviteleri iyi korunur.



Tablo 5. Aferez trombosit konsantrelerinin avantajları
Ekonomik kan ürünü kullanımı
Nispeten daha fazla miktarda seçilmiş ürün toplama Daha sık donasyon olasılığı
Laboratuarda diğer kan ürünleri ayırımına gereksinim olmaması
Çok fazla sayıda donore maruziyetin önlenmesi
Hastalık bulaşma riskinde azalma HLA alloimmünizasyon riskinde azalma
Daha önce alloimmünize olmuş hastalarda etkili tedavi
Lökosit azaltılması
Ek filtrasyon işlemine gerek olmaması Depolama öncesi lökosit azaltılması Tekrarlayan FNHTR önlemesi Filtrasyon başarısızlığını önlemesi Filtrasyonla olabilen hücre kaybını önlemesi

Trombosit süspansiyonunun başlıca kullanım endikasyon­ları şunlardır:
1. Trombositopeni:
-        Kanama veya pıhtılaşma bozukluğu yoksa trombosit sayısı <10.000/mm3
-        Kanaması olmayan fakat pıhtılaşma bozukluğu olan­larda trombosit sayısı <20.000/mm3
-        Kanaması olan, DIK gelişen, cerrahi bir işlem uygula­nacak hastalarda trombosit sayısı <50.000/mm3
-        Göz veya beyin ameliyatı yapılacak hastalarda trom­bosit sayısı <100.000/mm3
-        Masif kan transfüzyonu
2. Trombosit fonksiyon bozuklukları:
-        Konjenital trombosit fonksiyon bozukluğu
-        İlaçlar (aspirin, tiklodipin, klopidogrel vs)
-        Kardiak by-pass
-        Metabolik bozukluk: böbrek ve karaciğer yetmezliği
Bazı invaziv işlemlerde trombosit süspansiyonu kullanımı için kabul edilen eşik değerler Tablo 6'da verilmiştir. Ancak bu eşik değerler genellikle retrospektif olguların analizle­ridir. Bu nedenle karar invaziv işlemin tipi, klinik tablo ve diğer kanama risk faktörlerinin varlığı ve cerrahi işlemi ya­pacak ekibin deneyimine göre verilmelidir. Trombosit süs­pansiyonları TTP, ITP ve HIT gibi trombosit yıkımı ile giden hastalıklarda ciddi kanama yoksa kullanılmamalıdır.
Trombosit refrakterliği: Multipl transfüzyon uygulanan hastalarda trombosit refrakterliği gelişme olasılığı yüksek­tir. Refrakterlik transfüzyondan sonra trombosit sayısında artışın beklenenin çok altında veya hiç olmadığı durum­larda söz konusu olur. Nedenleri arasında; otoimmunite (ITP), sepsis, DİK, hipersplenizm ve HLA veya trombosit an­tijenlerine karşı gelişen alloimmunizasyon sayılabilir (Tab- lo-6). Tekrarlayan transfüzyon larda alloimmunizasyonu önlemek için trombosit konsantreleri lökosit filtresinden geçirilerek verilmelidir. Lökositten arındırılmış tek ünite aferez trombositinin alloimmunizasyon riskini azaltmada havuzlanmış multi-ünite random donör trombositlere bir üstünlüğü bulunmamıştır (1,13). Ülkemizde düzenli do- nasyonda bulunan kişi sayısının az olması, verici kayıtları­nın düzenli olmaması, verici HLA kayıtlarının olmaması ve cross-match çalışmalarının uzun zaman alması nedeniy­le refrakter olguların tedavisi zorluk oluşturmaktadır. Bu nedenle yukarıda değinilen önleyici girişimler daha çok önem taşımaktadır (13).

























Transfüzyon sonrası (1 saat ve 24 saatte) trombosit sayısın­da yeterli artışın sağlanamadığı durumlarda transfüzyon refrakterliğinden bahsedilir. Bu matematiksel olarak CCI= (Post PLT - pre PLT) x vücut m2/PLT sayısı (ürün) formülü ile hesaplanır. Transfüzyondan sonra ilk 1 saat CCI değeri <7.5 - 10x109/L ise immün refrakterlikten bahsedilir. Bu olgular HLA veya platelet cross-match trombosit süspansiyonu kul­lanmalıdır. Transfüzyondan sonra ilk 1 saat CCI değeri >7.5- 10x109/L fakat 24 saat sonraki CCI değeri < 4.5 x109/L ise im­mün olmayan refrakterlik söz konusudur. Bu hastalar daha yüksek doz veya daha sık aralıklarla trombosit transfüzyonu yapılmasından fayda görebilirler. Trombosit transfüzyonuna yetrsiz yanıt alınmasının nedenleri Tablo-7'de gösterilmiştir.
Dondurulmuş trombosit: Aferez yöntemi ile elde edilen trombosit süspansiyonu DMSO veya çok düşük gliserol tekniği uygulanarak -80°C ile -150°C ısılarda saklanabilir.
Tablo 7. Trombosit transfüzyonuna yetersiz yanıt nedenleri
A) immün nedenler;
    Trombosit antijenlerine veya HLA'ya karşı oluşan alloantikorlar
B) immün olmayan nedenler;
    Mikroanjiyopatik hemolitik anemi
    DIK
    Koagulopati
    Splenomegali
    Yüksek Ateş
    infeksiyon
    ilaçlar (amfoterisin, vankomisin, ATG, interferon)

Eritme işlemini takiben hemen transfüzyon yapılmalıdır. Bu teknikte ürün verimi oldukça düşüktür. Acil durumlarda kan bağışçısı bulunamayan HLA uygunluğunun sağlanması ge­reken hastalar için hazırlanıp saklanmalıdır.
Işınlanmış Trombosit süspansiyonu: GVHH gelişme riski yüksek olgularda trombosit konsantreleri de GVHH önle­mek amacıyla ışınlanmalıdır. Tablo 8'de trombosit süspansi­yonunun genel özellikleri özetlenmiştir.
Taze donmuş plazma: Tam kanın kısa süre içinde +2-6 C°'de santrifüj edilmesi ve altı saat içinde en az -18 C°'de dondurulmasıyla taze donmuş plazma (TDP) elde edilir. İçinde koagülasyon faktörleri, immünglobulinler ve albü- min bulunur. Ayrıca, ürün içerisinde labil koagülasyon fak­törlerinin (FV ve FVIII) aktiviteleri korunmuştur. -18 C°'de ve daha düşük derecelerde 1 yıl ve üzerinde saklanabilir. Derin dondurucudan çıkarılan plazmanın özel ısıtıcılarda ısıtılması (37 C°) ve sonrasında hemen kullanılması gerekir. Eritilen plazma oda sıcaklığında 4 saat, buzdolabı sıcaklı­ğında 24 saat bekletilebilir. Bunun için plazma uygulama­dan hemen önce istenmelidir. Isıtılan plazma tekrar don­durulup kullanılmamalıdır. TDP'nın başlıca özelikleri ve kullanım endikasyonları Tablo 9'da belirtilmiştir (9, 14). Bu endikasyonlar dışında; kardiyopulmoner bypass sonrası profilaktik olarak, volüm genişletmek, yalnızca uzamış PT/ aPTT değerlerini düzeltmek, heparin etkisini tersine çevir­mek, nütrisyonel destek, protein kaybını yerine koymak amacıyla ve spesifik faktör konsantrelerinin varlığı (FVIII ve FIX) ile AT-3 eksikliği durumunda (spesifik konsantresi var) kullanılmamalıdır.
Kriyopresipitat: TDP'nın 1-6°C'de gece boyunca yavaş yavaş eritilmesi ve santrifüj ile süpernatanın ayrıştırılması sonucu ka­lan 10-15 cc peltemsi kısma kriyopresipitat adı verilir. Hemen dondurulur ve TDP gibi saklanır. Kullanım için plazma çözü­cülerde çözdürülür ve 6 saat içinde kullanılmalıdır. Ürün içeri­sinde; 150-300 mg fibrinojen, 80-120 Ü FVIII, 40-60 IU FXIII ve 80-120 IU vWF bulunur. İçeriği açısından TDP'dan farkı olma­yan bu ürününün tek avantajı hacminin azlığıdır. Genellikle tek donör ya da 6 veya daha fazla donörden havuzlanmış plazma torbaları halinde sağlanır. İnfeksiyon riski, plazmadaki gibidir, fakat bir erişkin dozu en az 6 farklı donöre maruz kalmayı ge­rektirir. Kriyopresipitat, -18°C ve daha soğukta 1 yıl saklanabil­mektedir. Uygulama sırasında ABO uygun ürün kullanılmalıdır. Rh uyumu aranmaz. Transfüzyon öncesi çapraz karşılaştırma testi gerekmez. Eritildikten sonra 6 saat içinde infüze edilme­lidir (+20-24°C'de). Kriyoprespitat üniteleri havuzlanmış ise 4 saat içinde kullanılmalıdır. Işınlama ve filtrasyon önerilmez (9). Başlıca kriyopresipitat kullanım endikasyonları şunlardır:

Tablo 8. Trombosit süspansiyonu özellikleri
      Tanım:
50-60 mL plazma hacmi içindeki tek donör ünitesinin içeriği:
    Trombosit: >5-6 x1010
    Eritrosit: <1.2 x 109 (<0.5 ml)
    Lökosit: (<12 x107)
    Plazma (80 mg fibrinojen) (50-60 ml)
      Ünite:
-     Tek donör ünitesi: bir donasyondan elde edilen trombositler
    En az 5-6 x1010 trombosit içerir
-     Havuzlanmış ünite: 4-6 donörden hazırlanmış üniteler
    En az 24x1010 trombosit içerir
      İnfeksiyon riski:
-     Eritrosit süspansiyonu gibi, fakat bir normal erişkin dozu 4-6 donöre maruz kalınmayı gerektirir.
-     Bakteriyel kontaminasyon havuzlanmış ürünlerin %1'ini etkiler.
      Saklama:
-      +20-24°C'de ajitasyonda/ yatay sallanarak 5 güne kadar;
-     Daha uzun süreli saklama bakteriyel proliferasyon ve septisemi riskini artırır.
      Dozaj:
-     Terapötik doz 1 ünite/10 kg (~ 4-6 ünite).
-     Bir ünite trombosit sayısını 5-10x109/L arttırmalı
-     Havuzlanmış bir ünite trombosit sayısını 20-40 x109/L arttırmalıdır.
      Uygulama:
-     Havuzlanmışlarsa Bakteriyel proliferasyon riski nedeniyle 4 saat içerisinde kullanılmalıdırlar.
-     Trombosit fonksiyonlarını bozacağından trombositler asla buzdolabına konmamalıdır.
-     30 dakikalık bir zaman içinde infüze edilmelidir.
-     ABO ve Rh uygun trombosit süspansiyonu verilmelidir.
-     Transfüzyon öncesi çapraz karşılaştırma testi gerekmez
-     2 ml'den fazla eritrosit içeriyorsa uygunluk testleri yapılmalıdır

1.     İnvaziv işlem uygulanacak veya kanaması olan ve fibri- nojeni <100 mg/dL olan hastalar
2.     Disfibrinojenemi
3.     DDAVP'nin etkili olmadığı, kanaması olan veya invaziv işlem uygulanacak olan vWH
4.     FXIII veya FXIII eksikliği olan kanamalı veya invaziv işlem uygulanacak hastalar
5.     Üremiye bağlı trombosit fonksiyon bozukluğu olan ka­namalı veya invaziv işlem uygulanacak hastalar

Hipofibrinojenemide kanamanın kontrol altına alınması veya önlenmesinde 70 kg bir insan için 5-10 torba genellikle yeterlidir (1 torba/10 kg). Her 1 torba fibrinojeni 10 mg/dL artırır. Fibrinojen yarı ömrü yaklaşık 2-4 gündür. Ancak fibri­nojen dozunu ayarlamak için günlük düzey takibi gereklidir. Çünkü fibrinojen düzeyi zamanla değişebilir. Hipofibrinoje- nemi tedavi süresi klinik duruma göre değişkenlik göster­mektedir. Cerrahi işlem veya major travma sonrası 2-3 hafta günlük fibrinojen verilir. Minör travmada tek gün fibrinojen verilmesi 100 mg/dL'ye çıkarılması için yeterlidir. Kriyopresi- pitatların genel özellikleri Tablo 10'da verilmiştir.

Tablo 9. TDP Özellikleri:

Tanım: Tam kan donasyonunu izleyen ilk 6 saat içinde tam kandan ayrılmış ve hızla -25 °C ya da daha alt ısıda soğutularak hazırlanmış plazma İçerik:
-     Normal plazma düzeylerinde stabil pıhtılaşma faktörleri (400 mg fibrinojen ve 1 lU/mL diğer tüm faktörler), albümin ve immünoglobulin içerir
-         Doğal antikoagülanlar (PC, PS, AT) Ünite: Normal torba 200-300 mL hacmindedir İnfeksiyon riski:
-     Eğer işleme tabi tutulmuyorsa eritrosit süspansiyonu gibidir.
-     Metilen mavisi/ultraviyole (UV) ışık gibi inaktivasyon uygulanıyorsa risk çok düşüktür
Saklama: -18/-25 °C'de 1 yıl
-     Kullanılmadan önce kan merkezinde plazma eritici cihazlar ile 30-37°C arasında eritilmelidir.
-     Çözündükten sonra buzdolabında +2 ile +6°C arasında 24 saat saklanabilir.
Endikasyon:
-     Multipl pıhtılaşma faktör eksiklikleri
    Kronik karaciğer hastalığı
    Kumadin aşırı dozu
    Masif transfüzyon
    Yaygın damar içi pıhtılaşma sendromu (DIK)
-        Trombotik trombositopenik purpura (TTP) Dozaj: 10-20 mL/kg
Uygulama:
-     ABO uyumu olmalıdır.
-     Rh uyumu aranmaz.
-     Transfüzyon öncesi çapraz karşılaştırma testi gerekmez
-     Eritildikten sonra 6 saat içinde kullanılmalıdır (Labil pıhtılaşma faktörleri hızla parçalanır)
-     Işınlama ve filtrasyon önerilmez

Tablo 10. Kriyopresipitat özellikleri

İnfeksiyon riski: Plazmadaki gibidir, fakat bir erişkin dozu en az 6 farklı
donöre maruz kalmayı gerektirir.
Saklama: -18°C ve daha soğukta 1 yıl
Endikasyon:
-     Hipofibrinojenemi/ Disfibrinojenemi
-     FVIII eksikliği
-     FXIII eksikliği
-     Von Willebrand hastalığı
-         Üremik trombositopati Uygulama:
-     ABO uygun ürün kullanılmalıdır.
-     Rh uyumu aranmaz.
-     Transfüzyon öncesi çapraz karşılaştırma testi gerekmez

Granülosit transfüzyonu: Donörlerden aferez yöntemi ile elde edilir. 200-300 cc plazma ile karıştırılır. Tam kan süspan­siyonundan "buffy coat" olarak da yeni doğanlar için hazır­lanabilir. Granulosit süspansiyonlarının; hazırlanmasının güç olması, yüksek dozda kullanım gerekliliği, maliyetinin yüksekliği ve ciddi yan etkileri nedeni ile kullanım alanları oldukça sınırlıdır. Hastada mutlak nötropeni (nötrofil sayısı <0.5 x 109/L) varsa, 24-48 saattir devam eden ispatlanmış bir enfeksiyon varsa; bu enfeksiyon uygun antibiyoterapiye ve diğer tedavi şekillerine cevap vermiyorsa ve kemik iliğinde myeloid hipoplazi bulunmasına karşın bunun birkaç gün­den uzun süreceği, ama zamanı gelince tekrar normale dö
neceğine inanıldığında yapılmalıdır (15). Her ünite > 1x 1010 granülosit, değişik miktarda lenfosit, trombosit ve eritrosit içerir. Granülosit transfüzyonu alıcıda 1.000/uL veya daha fazla granülosit artışına neden olur.



Tanım: TDP'nın +4°C'de kontrollü olarak eritilmesi sırasında oluşan presipitatın 10-20 mL plazma içinde süspansiyonu ile hazırlanır. İçerik:
-     Fibrinojen: 150-300 mg/torba
-     FVIII: 80-120 Ü/torba
-     FXIII: 40-60 IU /torba
-     vWF: 80-120 IU/torba
Ünite: Genellikle tek donör ya da 6 veya daha fazla donörden
havuzlanmış plazma torbaları halinde sağlanır.
-     37°C'de plazma çözücülerde çözdürülür.
-     Eritildikten sonra 6 saat içinde infüze edilmelidir (+20-24°C'de).
-     Kriyoprespitat üniteleri havuzlanmış ise 4 saat içinde kullanılmalıdır.
-     Işınlama ve filtrasyon önerilmez


Granülosit transfüzyonunun dozu ve süresi konusunda ge­nel kabul görmüş kriterler yoktur ancak, klinik olarak yararını göstermek için en az 4-7 gün transfüzyon devam etmelidir. Lökosit filtrelerinin kullanımı kontrendikedir, standart kan filtreleri kullanılabilir. Granülositler 20- 24 °C'de muhafaza edilmeli ve mümkün olan en kısa sürede hastaya transfüze edilmelidir, saklama süresi toplandığı süreden itibaren 8 sa­ati geçmemelidir. Granülosit konsantreleri graft-versus-host hastalığını önlemek amacıyla 2500 cGy ışınıyla ışınlanmalı- dır. Transfüzyon öncesi eritrosit uygunluk testi yapılmalıdır. Granülosit toplanmasını kolaylaştırmak amacıyla donöre sedimente edici özelliği olan bir ajan olan hidroksietil starch (HES) veya kortikosteroidler uygulanabilir. Granülosit koloni uyarıcı faktörün de etkili olduğu saptanmıştır. Bu ajanların kombine kullanılmasıyla daha iyi sonuçlar alınmaktadır.
Transfüzyon öncesi karşılaştırma testleri
Kan grubu serolojisi, vericiden antijenik olarak tam uyumlu olmayan alıcıya transfüze edildiğinde yabancı olarak tanı­nabilen, eritrosit yüzeyindeki antijenik maddelerin varlığı­nın test edilmesidir (16,17). Eritrositlerinde belirli antijenik 
yapılar eksik olan bir birey, allojenik eritrosit antijenleri ile karşılaştığında bunlara karşı alloantikor üretme potansi­yellerine sahiptir (1). Bazı eritrosit antikorları ise belirgin bir duyarlaştırıcı maruziyet olmaksızın oluşabilir. Bunlar "doğal antikorlar" olarak isimlendirilen ABO grup antijenlerini he­def alan anti-A ve anti-B antikorlardır (18,19).

















Transfüzyon öncesi karşılaştırma testleri kan grubu tiplendirme ve antikor tarama işlemi ile başlar. Tiplendirme test­leri ile alıcının ABO ve Rh tipi belirlenir. ABO grubu dışında­ki antikorları araştırmak için antikor tarama testleri yapılır. Antikor tespit edilirse antikorun özelliğini belirlemek için antikor tanımlama yapılmalıdır. Antikor tanımlanırsa ABO/ Rh uygun ve antikora cevap olan antijen için negatif olan eritrosit üniteleri taranır. Daha sonra bu seçilen ünitelerin uygunluğu çapraz karşılaştırma testi (CM) ile değerlendirilir (16-21) (Şekil 1). Karşılaştırma testleri için serum veya plaz­ma kullanılabilir. Serum kullanıldığında test sistemindeki eritrosit hücreleri yıkanmalı ve EDTA içeren salin ile süspan- se edilmelidir. Plazma kullanıldığında ise EDTA içeren salin kullanılması gerekli değildir (21, 22).














Transfüzyon komplikasyonları:

Donör komponentlerinin alıcıya uygunluğunu saptamada ortaya çıkabilecek hataları önlemek; aynı zamanda transfüz­yon reaksiyonlarını tanımak ve kısa sürede en uygun teda­viyi uygulamak hastanın bakımını üstlenen doktor ve hem­şirenin sorumluluğudur. Transfüzyona başlamadan önce ve transfüzyon sırasında yapılacak olan bazı basit uygulamalar çok ciddi reaksiyonların gelişmesini önleyebilir. Transfüzyo­na başlamadan önce mutlaka alıcının doğru kişi olduğundan emin olunmalıdır. Kan ve komponentlerini uygulamadan önce torbanın inspeksiyonu önemlidir. Hemoliz varlığı, renk değişikliği, yoğun bir kıvam ve çökeltilerin varlığı söz konu­suysa kan bankasına iade edilmelidir. Transfüzyon öncesi ve sonrası vital bulgular kaydedilmelidir. Herhangi bir transfüz­yon reaksiyonu gelişirse transfüzyon hemen sonlandırılmalı ve uygun tedavi başlatılmalıdır (16). Elektif uygulamalarda her ünite için ilk 25- 50 ml çok yavaş olarak 10-15 dakikada verilmeli ve hastanın vital fonksiyonları çok yakından izlen­melidir. Yaşamı tehdit eden bazı reaksiyonlar genellikle sa­dece az miktarda kanın infüzyonu sonrası gelişebilir. Daha sonra ise hız hastanın kardiyovasküler durumuna, verilecek ünitelerin sayısına ve hastanın toleransına göre belirlenir. Aynı setten %0.9'luk NaCl dışında hiçbir ilaç veya solüsyon uygulamamalıdır. Özellikle Ringer laktat veya kalsiyum içe­ren diğer solüsyonlar kesinlikle kan veya komponentleriyle beraber uygulanmamalıdır. Kan ve komponentlerinin uygu­laması sırasında veya sonrasında gelişebilecek erken reaksi­yonlar ve sınıflaması Tablo-11'de gösterilmiştir.

Transfüzyon sırasında veya ilk 24 saat içinde izlenen yan et­kiler olarak tanımlanır. Akut transfüzyon komplikasyonları immünolojik ve non-immünolojik olarak sınıflandırılabilir. İmmünolojik transfüzyon reaksiyonları, transfüze edilen eritrosit, lökosit, trombosit ve plazma proteinlerinin alıcıda antikor yapımını stimüle etmesiyle ortaya çıkarlar. Non-im- münolojik reaksiyonlar ise transfüze edilen kan ürününün fiziksel ve kimyasal özelliğinden dolayı oluşurlar (2).

Immünolojik transfüzyon reaksiyonları Akut Hemolitik Transfüzyon Reaksiyonu (AHTR): Uygun olmayan kan transfüzyonunu takiben kısa sürede meydana gelen intravasküler hemolizle karakterizedir. AHTR'ların çoğu eritrosit süspansiyonuna bağlıdır. TDP ve trombosit konsan­treleri gibi eritrosit antikorları içeren fakat hiç eritrosit içerme- yen veya çok az eritrosit içeren kan komponentleri de nadiren sebep olabilir. Genellikle kan bankasında kayıt sistemindeki bir hatadan veya hastaya bir başka hastanın kanının yanlışlıkla takılmasından kaynaklanmaktadır. Daha nadiren, transfüz- yonla birlikte 5% Dekstroz, ringer laktat ve intravenöz ilaçlar gibi uygunsuz sıvıların verilmesi de neden olabilir. Donörün eritrositlerindeki herhangi bir antijenle, alıcıda bu antijene karşı bulunan antikorun reaksiyonu sonucu meydana gelir. İntravasküler hemolize yol açan antikorların başında anti-ABO gelir. Bunun yanında Jka, K ve Fya'ya bağlı hemolizlerde görü­lebilmektedir. Antijen-antikor birleşmesi kompleman aktivas- yonuna, kompleman aktivasyonu ise eritrosit membranının membran atak kompleksi tarafından yıkılmasına neden olarak intravasküler hemolizi oluşturur. Akut hemolitik transfüzyon reaksiyonunun görülme sıklığı, verilen her bir ünite kan ürünü başına 1/38.000 olarak bildirilmektedir (22,23). Talasemi, orak hücreli anemi ve lösemi gibi sık transfüzyon ihtiyacı olan has­talarda alloimmünizasyon daha sık görülmektedir. Bu durum transfüzyona rağmen yeterli hemoglobin artışı olmaması ve transfüzyon sırasında ateş yanıtı olarak ortaya çıkabilir.
Semptomlar uygun olmayan kanın transfüzyonuna başlan­masını izleyen birkaç dakika içinde veya birkaç saat sonra başlar. Huzursuzluk, ateş, titreme, kusma, göğüs ve sırt ağrı­sı, dispne, taşikardi, ürtiker başlıca semptomlardır. Zamanla hipotansiyon, şok, DİK ve akut böbrek yetmezliği tabloya eklenebilir. Operasyon sırasında aşırı kanama ve sızıntı AHTR açısından uyanık olmayı gerektiren bulgulardandır. Klinik tablonun ağırlığı ile verilen kanın miktarı arasında doğrusal bir ilişki vardır.
Ayrıca antikor düzeyi de reaksiyonun şiddetini etkilemekte­dir. Transfüzyon yapılan hastalarda akut hemolitik transfüz­yon reaksiyonundan kaynaklanan mortalite oranı 1/600.000 ile 1/1.800.000 ünite, gelişen akut hemolitik transfüzyon re­aksiyonunda mortalite oranı ise %25-40 arasında değişmek­tedir. Yaygın hemoliz, hayatı tehdit eden ABY, DIK ve şok en önemli mortalite nedenleri arasındadır. (23,24).
Tedavide yapılması gereken ilk uygulama transfüzyonun sonlandırılmasıdır. Hastadan alınan kan örneği ile birlikte transfüze edilen kan, kan bankasına gönderilmelidir. Trans­füzyon öncesi yapılan uygunluk testlerinin kayıtları kontrol edilmeli ve kan grupları ile Cross-match işlemi tekrarlanma­lıdır. Hemoliz varlığını belirlemek için tüm testler (Hb düze­yi, trombosit sayımı, LDH, bilirubin düzeyleri, haptoglobin, coombs testi, hemoglobinüri tayini) ile koagülasyon test­leri (aPTT, PT, fibrinojen düzeyi, d-dimer) (erken dönemde normal olabilir) yapılmalıdır. Akut hemolitik transfüzyon reaksiyonunda hastanın direkt Coombs testi pozitif bulu­nur. Ayrıca Serum LDH düzeyi yüksekliği, serum haptoglo­bin düzeyinin azalması, hemosiderinüri, hemoglobinüri ve indirekt bilirubin yüksekliği gibi intravasküler hemolize ait laboratuar bulguları saptanır. Hastaya serum fizyolojik in- füzyonuna başlanarak idrar volümünün 100 mL/saat üze­rinde tutulması gereklidir. Bu amaçla furosemid (40-120 mg IV) ve/veya mannitol infüzyonu (%20 mannitol 30-60 dk, 100ml/m2 takiben 12 saatte 30 mL/m2/saat) kullanılabilir. 40-70 mEq/saat bikarbonat verilerek idrarın alkali yapılma­sı (idrar pH=7.0 üzeri), hemoglobinin asit hematin şeklinde distal tübe çökmesini önleyebilir. Ağır olgularda yüksek doz steroid, oksijen, kardiak outputun korunması için adrenalin veya dopamin verilmesi gerekebilir. Renal yetmezlik geliş­tiğinde hemodiyaliz uygulaması hastalarda hayat kurtarıcı olabilmektedir. Protrombin zamanı, aktive parsiyel trom- boplastin zamanında uzama, fibrinojen düzeyinde düşme, D-Dimer düzeyinde artış, hastada DIC geliştiğine dair bul­gu olabilir. Bu durumda trombosit, kriopresipitat ve TDP transfüzyonu düşünülmelidir. Masif intravasküler hemolitik transfüzyon reaksiyonunda uygulanabilecek bir diğer te­davi yöntemi de terapotik eritrosit değişimidir. Bu işlemle uyumsuz eritrositlerin sayısı azaltılabilir (25).
AHTR gelişimini önlemek için yapılması gerekenler:
1)      Kan grubu tayini ve antikor tarama testlerinin doğru ve eksiksiz yapılması
2)      Çapraz karşılaştırma ve uygunluk testlerinin eksiksiz ya­pılması
3)      Operasyona gidecek hastalara hasta bilgileri ve kan grubunu içeren bileklik takılması
4)      Transfüzyon öncesi hasta bilgileri ile kan ürünü üzerin­deki bilgilerin karşılaştırılması, kan grubu uyumuna ba­kılması
5)      Kan verilen setten %0.9'luk SF dışında mayi verilmemesi
Febril hemolitik olmayan transfüzyon reaksiyonu (FNHTR):
En sık görülen transfüzyon reaksiyonlarından biridir (%0,5- 2). Transfüzyonu izleyen 30. dakika ile birkaç saat arasında meydana gelir. Başka bir nedene bağlı olmadan vücut ısısı­nın 1 oC'den fazla artışı ve baş ağrısı en önemli bulgulardır. Trombosit, lökosit antijenleri ve plazma proteinlerine karşı gelişen immün reaksiyonlara bağlıdır (sitokin artışı; TNF, IL-1 gibi). Bu nedenle daha önce transfüzyon yapılmış hastalar ve multipar kadınlar FNHTR için risk taşırlar. Klinik tablo akut hemolitik transfüzyon reaksiyonu, TRALI ve bakteriyemi ile karışabilir. Bu nedenle febril reaksiyon oluştuğunda trans­füzyona ara verilmeli ve ayırıcı tanı yapılmalıdır. Tedavide antipiretiklerle ateşi kontrol altına almak yeterlidir ve ateş düştükten sonra transfüzyona aynı ürünle devam edilebilir. FNHTR'da histamin salınımı olmadığından antihistaminik tedavisinin yeri yoktur. Ancak klinik pratikte gereksiz yere sıklıkla uygulanmaktadır. Aşırı titreme olursa meperidin ve­rilebilir.
FNHTR gelişimini engellemek için kan ürünlerindeki lökosit- leri uzaklaştırmalıdır. Ancak lökositlerden salgılanan sitokin- ler de febril transfüzyon reaksiyonuna yol açabildiğinden lökosit uzaklaştırma işlemi kanın depolanmasından önce yapılmalıdır. Tüm bu önlemlere rağmen tekrarlayan febril transfüzyon reaksiyonu görülen hastalara, transfüzyon ön­cesi antipiretik (asetaminofen) veya kortikosteroidlerle pre- medikasyon yapılabilir (25).


Transfüzyona bağlı akut akciğer hasarı (TRALI) : Genel­likle kan ürününün verilmesini takiben ilk 6 saatte ortaya çı­kan takipne, taşikardi, siyanoz, dispne ve ateşle karakterize bir tablo olup bazı hastalarda hipotansiyon da görülebilir. Sıklığı 1/5.000 olarak bildirilmektedir. Hastalarda kardiyak fonksiyonlar normal, ancak bilateral pulmoner ödem tablo­su mevcuttur. Hastanın fizik incelemesinde; oskültasyonda akciğer sesleri azalmıştır ve akciğerlerde iki taraflı yaygın krepitasyon duyulur. Hastada derin hipoksemi mevcuttur. PaO2/FiO2 oranı 300 mmHg'nin altındadır. Pulmoner arter wedge basıncı 18 mm Hg'nin altındadır. Akciğer radyografi­sinde bilateral infiltrasyon izlenir (26-28).
Donördeki lökosit antikorlarının alıcıdaki lökosit antijenleri ile reaksiyonu sonucu oluşan küçük agregatlar pulmoner mikrosirkülasyonda tıkaçlara yol açar. Olguların önemli bir kısmında granulosit veya HLA sınıf I antikorlar saptanır. Bazı olgularda ise alıcının hücrelerine karşı donör plazmasında HLA sınıf II antikorlara rastlanmıştır. Ancak olguların tü­münde lökosit antikorları saptanamamaktadır. Bu nedenle banka kanındaki hücresel komponentlerin parçalanması ile açığa çıkan lisofosfatidilkolinaz gibi biyolojik aktif lipidlerin de TRALI oluşumunda etkili olduğu, bu tür lipidlerin "pla- telet activating factör" reseptörlerine bağlanarak pulmoner yatakta hasar oluşturdukları ileri sürülmektedir (27). Akciğer mikro damar yatağında nötrofil agregasyonu ve aktivasyo- nu, antijen-antikor etkileşimi, pulmoner endotelyal hasar, vasküler permeabilite değişikliği, kapiller kaçış ve TRALI kli­nik tablosu oluşur.
Hastalığın spesifik bir tedavisi yoktur. Öncelikle kardiyojenik pulmoner ödem ve volüm yükünden ayırıcı tanısı yapılma­lıdır. Klinik tablo diğer ARDS olgularından daha selim sey­reder. Ağır hipoksemi varlığında mekanik ventilasyon etkin olabilmektedir. Diüretik tedavisi genellikle etkili değildir. Özellikle hipotansif hastalarda tabloyu ağırlaştırabilir. Korti- kosteroidlerin etkili olduğuna dair kontrollü çalışma bulun­mamaktadır (28).
Transfüzyonu takiben hızla başlayan ve solunum yetmezli­ği yapabilecek dolaşım yüklenmesi, anaflaktik reaksiyonlar, bakteriyel kontaminasyon ve hemolitik transfüzyon reaksi­yonları gibi tüm nedenler ayırıcı tanıda düşünülmelidir.
Allerjik transfüzyon reaksiyonu: Görülme sıklığı %1-2'dir. Kaşıntı, ürtiker gibi basit bulgulardan bronkospazm, anji- onörotik ödem, anaflaktik reaksiyona kadar uzanan ciddi tablolarla kendini gösterebilir (1,2). Alerjik reaksiyon görül­me sıklığı 1/30-100/ünite iken anaflaktik reaksiyon sıklığı 1/150.000/ünitedir.

Donör plazmasında bulunan proteinlere karşı oluşan an­tikorlar allerjik transfüzyon reaksiyonuna yol açmaktadır. Herhangi bir kan ürünü ile oluşabilir. Tam kan, plazma ve trombosit süspansiyonunda daha sıktır. IgA eksikliği olan hastaya, IgA düzeyi normal donörden alınan kan ürünü ve­rildiğinde anaflaktik reaksiyon oluşabilmektedir. Çünkü bu hastalarda anti-IgA antikorları mevcuttur (29).
Histamin allerjik yanıtın primer aracısıdır bu nedenle hafif olgular antihistaminik verilerek kontrol edilebilir ve trans- füzyonun kesilmesine gerek yoktur. Bu amaçla klofeni- ramine (antihistaminik) 10-20 mg IV/IM verilebilir. Ancak bronkospazm, anjionörotik ödem veya anaflaktik reaksiyon varlığında transfüzyon sonlandırılmalı ve anafilaksi tedavisi uygulanmalıdır. Sık allerjik reaksiyon geliştiren hastalarda transfüzyondan 30 dakika önce antihistaminik uygulanma­sı, yıkanmış eritrosit ve trombosit süspansiyonlarının tercih edilmesi gerekir. Hastanın IgA düzeyi düşükse, IgA düzeyi düşük donörden kan ürünü temin edilmesi önerilmektedir (22, 23).
Volüm Yüklenmesi: Transfüzyon volüm yüklenmesine bağ­lı akut pulmoner ödeme neden olabilir (6,15). Kan hacmini hızla artırmak kardiyak ve pulmoner fonksiyonları bozuk olan veya artmış plazma hacimli kronik anemili hastalar ta­rafından iyi tolere edilemez. Büyük miktarlarda interstisyel sıvıyı vasküler alana çeken %25'lik albumin infüzyonu da dolaşım yüklenmesine neden olabilir. Transfüzyon sırasında veya hemen sonra nefes darlığı, siyanoz, ortopne, şiddetli baş ağrısı, hipertansiyon ve konjestif kalp yetmezliği gelişir­se hipervolemi düşünülmelidir. Bu hastalara transfüzyona başlarken 40 mg furosemid vermek ve transfüzyon hızını 1­3 mL/kg/saat tutmakta fayda vardır. Hastanın aldığı ve çıkar­dığı sıvı arasındaki dengesizliğin görülmesi tanı koydurucu- dur. İnfüzyon durdurulduğunda ve hasta oturur pozisyona getirildiğinde semptomlar genellikle düzelir. Diüretikler ve oksijen sıklıkla kullanılır. Semptomlar düzelmezse daha agresif bir tedavi (flebotomi) gerekebilir. Devam eden hızlı kanamalar haricinde anemik hastalara yavaş transfüzyon uygulamak gerekir. Çok hassas hastalarda transfüzyon kom- ponentleri bölünebilir.
Septik şok: Günümüzde nadir karşılaşılan bir komplikasyon- dur. Transfüzyon yapılan üründe bakteri bulunmasına bağlı­dır (6,15). Enfekte kanın küçük volümde transfüzyonundan hemen sonra yüksek ateş, bulantı, kusma ve hipotansiyon ile kendini gösterir. Bunu DIC, renal yetmezlik ve şok izler. 
Septik şoktan şüphe edildiğinde transfüzyon hemen durdu­rulur ve IV antibiyotik tedavisi başlanır, hastadan alınan kan ve transfüze edilen kan ürününden gram boyama, kültür gibi mikrobiyolojik testler yapılmalıdır. Septik şok komplikasyonu gelişimini önlemek için donasyon öncesi donörün sorgula­ması çok iyi yapılmalı, uygun asepsi koşullarında kan alınmalı, transfüzyon filtrasyon ile yapılmalı ve kan ürünü buzdolabın­dan çıkarıldıktan sonra 30 dakikadan fazla bekletilmemelidir.
Bakteriyel kontaminasyonu ve proliferasyonu önlemek için:
         Kan ürünü kan bankasında ve kan saklama dolaplarında muhafaza edilmelidir.
         Eritrosit süspansiyonu oda ısısında (20-24 °C) 4 saat için­de kullanılmalıdır.
-          Transfüzyonun bitimine kadar maksimum 4 saat geçmelidir.
-          Daha yavaş verilmesi gereken durumlarda daha küçük pediatrik torbalara ürünler konmalı ve mak­simum 4 saatte transfüzyon bitirilmelidir.
         Eritrosit veya tam kan herhangi bir nedenle kan bankası saklama dolabının dışına çıkarıldıysa:
-          Oda ısısında ise 4 saatte, buzdolabında ise (1-6 °C) 24 saat içinde tüketilmelidir. Aksi taktirde ürün imha edilmelidir.
        Trombositler 5 günlük raf ömründen sonra kullanılma­malıdır ve transfüzyon 30 dakikada bitirilmelidir.
        TDP ve kriyopresipitat eritildikten sonra oda ısısında 4 saat veya buzdolabında 24 saatden fazla bekletilmeme­lidir ve transfüzyon süresi 4 saati geçmemelidir.
         İdeal Kan Bankacılığında Kan Merkezini terk eden kan tekrar Kan Merkezine dönmemelidir.
         Soğutucu ve yalıtılmış saklama kaplarıyla (<10 °C) trans- port yapılmayan kanlar 30 dakika içinde Kan Merkezine iade edilmelidir (özel taşıyıcı kaplarda 24 saat kalabilir).
         Kan Merkezi dışında servislerde kesinlikle kan ve kan ürünü saklanmamalıdır.

Massif Transfüzyon: Hastaya 24 saat içinde total kan volü- müne eşit miktarda transfüzyon yapılması, 10 üniteden fazla tam kan veya 20 üniteden fazla eritrosit süspansiyonu veril­mesi masif kan transfüzyonu olarak adlandırılır. Masif trans­füzyon çoğu kez hayat kurtarırken bazende ciddi yan etkilere yol açabilmektedir. Bunların başlıcaları metabolik yan etkiler (metabolik asidoz, hiperpotasemi ve hipokalsemi), hipoter- mi, dilüsyon ve pulmoner mikroembolizasyondur.
Sitrat Toksisitesi ve Metabolik Yan Etkiler: Kan bankasında saklanmakta olan kanda potasyum düzeyi, saklama zamanına bağlı olarak yükselmektedir. Fazla miktarda kanı hızlı olarak transfüze etmek hastada hiperpotasemiye yol açabilmektedir. Özellikle renal yetmezlik, şokla birlikte asi­doz ve hemolizi olan hastalarda bu durumla daha sık karşı­laşılır. Kan ürünlerinde antikoagülan olarak kullanılan sitrat, karaciğerde metabolize olur. Masif transfüzyonda, karaciğer yetmezliğinde ve şokta sitrat miktarı artar. Artmış sitrat dü­zeyi de hipokalsemiye yol açabilmektedir. Bu durumda in- travenöz kalsiyum verilmesi gerekmektedir.
Hipotermi: Fazla miktarda soğuk kanın transfüzyonu hasta­da hipotermiye yol açabilmektedir. Hipotermi hemoglobi­nin oksijene ilgisini artırır, alkaloza yol açar, eritrositlerdeki 2,3 DPG düzeyini azaltır, trombosit fonksiyonlarını bozar ve karaciğerin sitratı metabolize etme etkisini azaltır. Soğuk kan, santral venöz kateterle atriuma yakın bir noktaya verili­yorsa ciddi aritmilere yol açabilmektedir. Hastaya verilen IV solüsyonların ısıtılması, solunum yaptırılan gazın ısıtılması etkili olabilmektedir. Dakikada 50 ml'nin üzerinde yapılan transfüzyonlarda, hastada yüksek titrede soğuk agglutinin varlığında ve exchange transfüzyonlarda kanı ısıtmak ge­rekebilir. Bu durumlarda özel cihazlar yardımıyla kan ısıtıl­malıdır. Ancak 420C'nin üzerinde kanı ısıtmak ise hemolize neden olabilmektedir.
Dilüsyon: Yüksek volümlerde uygulanan transfüzyon trom­bosit ve labil koagülasyon faktörlerinin dilüsyonuna yol açabilmektedir. Bu etki şok, sepsis ve DIC varlığında daha belirgin olmaktadır. Masif transfüzyon yapılan olgularda hipotermi yoksa dilüsyonel trombositopeni genellikle mik- rovasküler kanamalara yol açmaz. Mikrovasküler kanama varlığında trombosit süspansiyonu vermek, trombositope- niyi düzeltmek yanında koagülasyon faktörlerini de karşı­layacağından kanamayı kısa sürede kontrol altına alacaktır. Dilüsyonun yol açtığı trombositopenide trombosit sayısı 50.000/^l'nin altında veya 100.000/^l'nin altında ve hızla düşmeye devam ediyorsa trombosit süspansiyonu verilme­si düşünülmelidir.
Hipotansif reaksiyonlar: Son yıllarda tanımlanmış bir reak­siyondur. Sistolik veya diastolik kan basıncının transfüzyon öncesi ölçümlere göre 10 mmHg veya daha fazla düşmesi olarak tanımlanır. Hipotansiyon transfüzyon sırasında baş­lar. ACE inhibitörü kullanan hastalara negatif yüklü lökosit filtreleri ile eritrosit veya trombosit süspansiyonu verilme­siyle açığa çıkan bradikininin hastada metabolize olama­ması sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle ACE inhibitörü kullanan hastalarda transfüzyon esnasında lökosit filtreleri kullanırken hipotansif reaksiyon gelişme olasılığı nedeniyle dikkatli olmak gerekmektedir.
Pulmoner Mikroembolizasyon: Bekleyen banka kanında sında saklanmakta olan kanda potasyum düzeyi, saklama granulosit, trombosit ve fibrin liflerinin oluşturduğu mikroagregatlar pulmoner embolilere neden olabilmektedir. ARDS'ye katkıları olduğu düşünülmüştür. Buna karşılık transfüzyonu takiben meydana gelen ARDS daha çok hipo- volemik şok nedeniyle oluşan doku hasarından kaynaklan­maktadır. Rutinde kullanılan transfüzyon filtrelerindeki por çapı 170 ^m olup bu genişlik mikroaggregatların geçişini engelleyememektedir. Pulmoner disfonksiyonu olan, kardi­yak cerrahi uygulanan hastalarda mikroagregatların geçişi­ni engelleyen filtreler kullanılması tablonun gelişimini enen­gellemektedir. Buffy-coat azaltılmış eritrositlerin kullanımı ARDS olasılığını azaltacaktır.

Hava embolisi: Kan açık bir sistemde basınç altında ve­riliyorsa veya setler değişirken hava alırsa hava embolisi olabilir. Öksürük, dispne, göğüs ağrısı ve şok başlıca semp­tomlarıdır. Hava embolisinden şüphelenildiğinde hasta başı aşağıya gelecek şekilde sol tarafına yatırılır. Böylece hava ka­barcığının pulmoner kapağa gitmesi engellenir. Bazen hava aspire edilmeye çalışılır.


Kaynak: İsmail Sarı, Fevzi Altuntaş
Erciyes Üniv. Hematoloji Bilim Dalı
--> YENİDOĞAN YOĞUN BAKIM ANA SAYFASINA DÖN <--